Günümüzde Tarih Bir çok Disiplinin Kesişme Noktasındadır

Geleceğin tarihçileri, yazılı kaynakları okuma becerilerini yeni filmler, görsel-işitsel materyaller ve dijital medya okuma becerileriyle tamamlamak zorunda kalacaklar. Tarih formunu değiştirebilir; belki gelecekte tarihçiler söyleyecekleri şeylerin multi-medya hesaplarını üretecekler. Fakat insanlığın geçmişine duyduğu ilgi azalacak mı? Ben öyle düşünmüyorum. İnsanlar geçmişleriyle yapısal olarak ilgileniyorlar.

Sosyo Kritik
Sosyo Kritik 21 Nisan 2021
Günümüzde Tarih Bir çok Disiplinin Kesişme Noktasındadır

Chicago Üniversitesinde tarih profesörü olarak çalışmalar yürüten Dipesh Chakrabarty ile bir söyleşi. Söyleşiyi gerçekleştiren: Povilas Andrius Stepavičius.

21.yüzyılda tarihin amacı nedir? Tarih hala hayatın öğretmeni midir?

Tarih, Machiavelli’nin tarihin bir öğretmen olduğunu tasavvur ettiği şekliyle öğretmez. O, zamanındaki hükümdarlara yardımcı olacağını düşündüğü iyi devlet idaresi örnekleri görmek için tarihte yolculuk yapabilirdi; örneğin, Livy (Titus Livius tarihçi-çn) okuyabilirdi. Yaşadığı çağ siyasetin devlet idaresine ve hükümdarın şahsiyetine eş görüldüğü bir çağdı. Bu yüzden çok daha eski çağlardan yol gösterici örnekleri araştırarak bunu kazanabilirdi. Tarihi bu şekilde okumuyoruz artık. Tarihselleştirme yaptığımızda Machiavelli’nin bir okuyucu olarak yapmayacağı bir şey olan fikirleri ve insanları kendi bağlamlarına yerleştiririz. Bununla birlikte 20.yy’da ve özellikle de ikinci yarısında en azından Anglo ülkelerde “sosyal tarih” olarak addedilen eğilimin egemen olmasıyla ve siyasi tarihe karşı tercih edilmesiyle, tarih daha çok sosyolojiyi- çoğunlukla Marksist türden- özümsedi ve siyaseti daha çok grup, sınıf veya ulusal çıkarlar üzerinden yorumladı ve bireysel aktör veya devlet liderinin etkisini önemsemedi. Tarih bir disiplin olarak, bireye ve özellikle de Amerikan örneğindeki “sosyal bilimin” olanak sağladığı bir açıklık kadarıyla sosyolojinin ılımlı bir versiyonuna dönüştü.

Fakat bu durum sosyal-bilimsel Marksizmin zayıflamasıyla da geriledi. 1970’ler ve 1980’ler meşhur İngiliz Marksist tarihçi E.P. Thompson’ın Fransız Marksist filozof Althusser ile giriştiği tek taraflı tartışmalarda kendini gösterdiği gibi hümanist ve “bilimsel” Marksizm arasında gerçekleşen bir bölünmeye tanık oldu. Fakat buna Marksizm’in sağduyu alanını terk etmesi de eşlik edince tarihçiler toplumsal cinsiyet, cinsellik, post-kolonyalizm ve maduniyet, maddesellik, nöro-tarih ve diğer çeşitli konularla gittikçe daha fazla ilgilenmeye başladı. Ayrıca tarihin bilhassa araştırma yürüttüğü ulusal bağlamdan da uzaklaştılar. Küresel ve bağlantılı tarihler 20.yy’ın sonlarının şiarı haline geldi. 21. yüzyıl, bu listeye büyük ve derin tarihin (antropoloji, arkeoloji gibi-çn) eklendiğini gördü ve bu durum da insanın şimdiki zamanını anlamada derin ve uzun geçmişin artan önemini gösteriyor. Tarih ve tarihçiler günümüzde birçok disiplinin kesişme noktasındadır: Gündelik deneyimlerin sadece analitik ve deneyimsel araçlar olarak ihdas ettiğimiz orta düzey soyut yapılarla ilişkili değil -küresel sermaye fikri veya kapitalizmin kurumları gibi- evrim, nöroloji, büyük veri, jeoloji, küresel ısınma, Antroposen fikri vb. olgularla nasıl ilişkili olabileceğini görmeye çalışıyoruz. Bu durum, eski ilgilerin bütünüyle ortadan kaybolduğu anlamına gelmez. Aksine bazı güçlü yeni ilgilerin görünür olduğu anlamına gelir.

Çalışmalarınızda ve araştırmalarınızda tarihteki egemen Avrupa merkezli görüşün yanlış olabileceğini gösterdiniz. Bu tarih görüşüyle aramıza mesafe koymak neden önemlidir? Tarihi bu şekilde okumayı sürdürürsek, kavrayışımız için neyi terk etmiş oluruz?

Önemli bir şekilde kusurlu olmasına rağmen çok fazla da yanlış değil. Birçok Avrupalı düşünürün (Marx veya Weber gibi) küresel olarak etkili olduğunu göstermeye çalıştım. Herhangi bir aşikâr anlamda haksız ya da yanlış olsaydılar durum bu şekilde olmazdı. Açıklamaları ve felsefeleri ekseriyetle emperyalist ve Hristiyan Avrupa’nın tarihsel deneyimleri üzerinden şekillendiği için insanlığa dair düşünceleri çoğu kez eksik kalmıştır. İşte bundan dolayı, Avrupa düşüncesinden derin bir şekilde etkilenmiş Avrupalı olmayan halkların o düşünce külliyatını “taşralılaştırmaları” gerektiğini söylüyorum, yani hem bu düşüncenin bilhassa hangi açılardan Avrupalı olduğunu araştırmak hem de başkalarının, tercümenin siyasiliğine (politics of translation) angaje olarak bu düşünceyi nasıl kendilerine ait duruma getirdiklerini araştırıp ortaya çıkarmaya ihtiyaç olduğunu söyledim.

Avrupa merkezli olmayan tarih görüşünün avantajları ile ilgili tartışmalar dünyada oldukça iyi bilinmesine rağmen, Litvanya gibi ülkelerde (yani hem toprak hem de nüfus açısından küçük), tarih görüşü sadece Avrupa merkezli dünya görüşüne değil aynı zamanda ulusal duygulara da dayanmaktadır. Litvanya’da Litvanya merkezli bir tarih görüşüne sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu bakış açısı tarih anlayışımızda, zihniyetimizde, toplumumuzda vb. sorunlara sebep olabilir mi? Ya da belki daha kapsamlı tarih görüşüyle bir arada bulunabilir mi? Ve böylece bizim geçmişi ve bugünü daha iyi anlamamızı sağlayabilir mi?

Tabii ki, ama körü körüne milliyetçi olma, ırkçılık türlerine, kozmopolitlik (geniş düşünme) eksikliğine, şovenist duygulara vb. yol açabilecek bir riskle karşı karşıyasınız. Kendi tarihinizi derinlemesine bilmeniz gerekir ve aynı zamanda bundan başka tarihler ve milletlerle olan bağlantıları hakkında da bilgi sahibi olmanız gerekir. Bizler içten bölünmüş ama aynı zamanda birbirleriyle bağlantılı devasa bir insanlık ailesiyiz. Bu nedenle ulus-merkezli tarihlerin dünya tarihi, küresel tarih, modern dünyanın daha kapsamlı tarihleri, modern imparatorluklar tarihi, ideolojiler, kapitalizm ve buna benzer okumalarımızla desteklenmesini veya meydan okunması (sorgulanması) gerektiğini söyleyebilirim

Tarihin uzamsal bölümünü anlamadaki değişikliklerden bahsedebildiğimize göre, aynı şekilde tarihsel zamanı anlamadaki değişikliklerden de bahsedebilir miyiz? Tarihi araştırmanın farklı perspektifleri, farklı ülkelerin, ulusların, toplumların ve benzerlerinin tarihlerindeki zaman kavramını anlamayı nasıl etkileyebilir? Bunun üzerine düşünmek neden önemlidir?

Genellikle doğrusal bir takvim üzerinde birbirini takip eden bir dizi tarihin doğru bir şekilde sıralanması olarak görülen tarihsel kronoloji zamanı ile insan eylemini açıklayan hem seküler hem de dini zamanın çeşitli tecrübeleri arasında bir gerilim bulunur. Vanessa Ogle’nin, modern dünyanın yükselişiyle beraber algımıza dahil olan küresel zamanın gelişimi konusunu ele alan çok ilginç bir kitabı var. Fakat insanlar düşüncelerinde ve pratiklerinde zamana dair çok yönlü fikirleri taşırlar. 1980’lerde ve 90’larda post-kolonyalizm, post-modernizm gibi fikir akımlarının hakimiyeti ve yerel tarihlerin yükselişinden dolayı Batı’da şekillenen bir disiplin olarak tarih disiplinin doğası ve sınırlılıkları ile ilgili çok fazla tartışma yapıldı. Hayden White’ın 1970’lerin başındaki çalışması bir yazım şekli olarak tarih hakkında ciddi bir tartışmaya neden oldu. Aynı zamanda mikro tarih anlayışının ortaya çıkması (Natalie Davis ve Carlo Ginzburg’un çalışmalarında) ve Hint serisinin Maduniyet Çalışmaları, tarihsel veya tarihçinin geçmişi bilme yöntemlerine ilişkin tartışmaları da yeniden canlandırdı.

Günümüz dünyası sadece daimî ve hızlı değişimlerle değil, aynı zamanda insan türünün dünyanın kaderini şekillendiren en önemli unsurlardan biri haline geldiğinin anlaşılmasıyla da imlenmiştir. Bu oyunda tek aktör insan mı? Bu soruya nasıl cevap verebiliriz ve bu durum dünya tarihi kavrayışımızı nasıl şekillendirebilir?

İnsanlar, küresel kapitalizmin yayılmasıyla ve kendimizi kurtarmaktan aciz kaldığımızın aşikâr olduğu ekonomik büyümeye yönelik kesintisiz dürtüler sebebiyle gezegensel boyutlarda bir ekolojik kriz yarattı. Ama bu krizde tek aktör olarak insanları düşünmenin yanlış olacağı kanaatindeyim. Ayrıca insan eylemlerinin gezegeni nasıl etkilediğini ve doğada gezegene ait olan ve gezegendeki yaşamın sürdürülmesine destek olan bazı süreçleri nasıl harekete geçirdiğini öğreniyoruz. Bu yüzden ortak bir aktör olarak gezegenin kendisinden- dinamik bir iç içe geçmiş ilişkiler sisteminden- söz edilebilir. Resmi karmaşıklaştırabilirsiniz. Alı koyduğumuz ve yaşamını sanayileştirdiğimiz hayvanlar da önemli miktarda sera gazı (metan gibi) üretiyorlar fakat onları ortak aktör olarak kabul eder misiniz? Hemen insanın aklına gelecek bir durumdalar ama sayılarını kesinlikle gıda endüstrisi organizasyonumuza borçludurlar. Bu yüzden sorumluluk yaşam tarzlarımız ve seçimlerimiz üzerinde.

İnsan olmayan türlerin tarihinden veya iklim tarihi gibi araştırmalardan ne öğrenebiliriz? Belki de insan merkezli (anthropocentric) bir dünya görüşüne çok bağlanmış gibiyiz?

İnsan-hayvan ilişkilerinin ve hatta insan-insan olmayan ilişkilerinin tarihi, özellikle ekolojik tarih içinde giderek daha popüler bir araştırma konusu haline geliyor. Bu, 1970’lerin ekolojist hareketlerinin yükselişinden beri vuku buluyor fakat günümüzde daha fazla ana akım haline geliyor. Britanya Hindistanı’nda hayvanların emperyal kullanımı üzerine bir kitap hazırlayan meslektaşım ve yakın zamanda Hindistan’ın Assam eyaletinin çay bahçelerinde böcek ve insan ilişkileri üzerine bir kitap yayımlayan eski bir öğrencim var. Böylece, merkezinde insan olmayan insanlık tarihinin yeni biçimleri daha fazla öne çıkıyor ve her zamanki insan merkezciliğimize meydan okunuyor.

Tarihle ilgili araştırmalarının geleceği ne olacak? Tarih yazımına “büyük tarih” yaklaşımı mı ya da “derin tarih” yaklaşımı mı yön verecek? Veyahut belki tarihçiler geçmiş ve bugün ile ilgili çeşitli fantastik soruları analiz edecekleri tamamen dijitalleştirilmiş, genişletilmiş araştırmalar üzerinde mi çalışacaklar? Belki de tarihçinin mesleği çok karmaşık hale gelecek çünkü günümüzün tüm tarihsel kaynakları dijitalleştirilecek ve özel şirketlerin mülkiyetinde olacak?

Büyük tarihin veya derin tarihin hümanist tarihlere bu derece egemen olacağını düşünmüyorum. Fakat alt disiplinler arasında daha fazla diyalog gerçekleşecek ve hümanist tarihçiler bu eski iki alandaki gelişmelerin daha fazla farkında olacaklar. Neticede yöntemleri oldukça farklıdır: Büyük veya derin tarihteki özgün araştırmalar, bilimsel yöntemlerde ve hatta laboratuvar çalışmalarında biraz eğitim gerektirir (arkeologların rutin olarak yapması gerektiği gibi). Metin tarihçileri bu eğitime sahip değiller ama hem arkeolojik eserlerin hem de metinlerin elde mevcut olduğu durumlarda arkeologlar ve metin tarihçileri arasında halihazırda gerçekleştiği gibi ortak çalışma yapılabilir. Kaynakların dijitalleştirilmesi elbette gerçekleşecektir ve e-posta iletişiminin ömrünü ve tasarruf hakkını etkileyen halihazırda karmaşık yasal sorunlar bulunuyor (Belgelerimin sahibi ben miyim, Gmail mi?). Yani evet, arşivlerin yapısı doğrudan gözümüzün önünde değişiyor.

Geleceğin tarihçileri, yazılı kaynakları okuma becerilerini yeni filmler, görsel-işitsel materyaller ve dijital medya okuma becerileriyle tamamlamak zorunda kalacaklar. Tarih formunu değiştirebilir; belki gelecekte tarihçiler söyleyecekleri şeylerin multi-medya hesaplarını üretecekler. Fakat insanlığın geçmişine duyduğu ilgi azalacak mı? Ben öyle düşünmüyorum. İnsanlar geçmişleriyle yapısal olarak ilgileniyorlar. Bu, yaşamlarımızı ve bugünümüzü açıklayışımızın bir yolu. Küresel ve gezegensel krizler ne kadar derinleşirse insanlar bizi buraya neyin getirdiğini o ölçüde bilmek isteyeceklerdir. Bundan dolayı tarih, hangi formda olursa olsun, açıklayıcı bir mekanizma olarak önemli bir konumda kalacaktır.

Metnin kaynağı için tıklayın.

Yayımlanan bu yazı Türkçe’ye Yusuf Fırat tarafından sosyokritik.com için çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.